5 Şubat 2013 Salı

Asırlardır Yalnızım




yalnızdı..herkes gibi...o da yalnızlığını kabul edemiyordu...
saygın bir işi vardı ...bir ailesi...
hatta yeni bir torun dünyaya getirmişti kızı...
yıllar önce eşini kaybetmiş yalnız başına yaşamaya alışmıştı...
kendine yeni dostlar edinmişti...
alabildiğine rahat ve özgür bir cinsel yaşamı vardı...
kadınlarla en ufak bir yakınlaşma çıkar ilişkisine dayanıyordu...
her zaman kendi cinsinden olanlar çekici gelmişti
erkeklerle yaşadığı cinsellik istediği yerde nokta koyabildiği
hayatının bir kenarındaki durgun ama derin su gibi sürüyordu...

Zafer'in İş ortağı Ali kendinden oldukça genç biriydi...
birlikte çalışıp birlikte eğleniyorlardı..
paranın getirdiği her türlü mutluluğu tadıyorlar...
gece hayatının en gölgeli kuytularına dalıp çıkıyorlardı...
gece kulüpleri...barlar...bitirimhanelerde hep yanyana omuz omuza
yaşıyorlardı...tıpkı işyerindeki projelerde , ihalelerde olduğu gibi...
yalnız bir tek farkla:
Zafer kadınlardan ne kadar uzak duruyorsa
Ali o kadar kadınsız duramıyordu...
evliydi...bir de sevgilisi vardı... ama yerleşik düzen onu rahatsız ediyordu
hala arayış içindeydi...
Birlikte gittikleri mekanlarda kadınlar çevrelerini sarıyor....
çıkarken mutlaka bir kadınla ordan ayrılıyorlar...sonra da
Zafer onları bir otele bırakıp kendi arayışı için gay bara gidiyordu...
gençlerden hoşlanıyordu...
barda dans edip gülen eğlenen delikanlıları izlemek onu heyecanlandırıyordu..
kendisine yaklaşan ve tanışmak isteyenler içinde anlaşabildiği olursa
bardan birlikte çıkıp eve gidiyor sevişiyordu...
sonra...fotoğraflarını çekiyordu onların...
bir daha görüşmek isterlerse tekrar buluşuyorlardı
arkadaşlıkları sadece barda ve yatakta yaşadıkları
keyifli saatlerle ve erotik fotoğraflarla sınırlıydı....

Bu gecelerden birinde barda tanıştığı orta yaşlı biriyle
sohbet ederken...onun da fotoğrafa meraklı olduğunu öğrendi...
Nejat ve Zafer tatlı tatlı sohbet ederken... manzara fotoğrafları,
sokak ve tarihi evler derken nü kolleksiyonundan söz açıldı.
Nejat seviştiği sevişmediği bütün erkeklerin resimlerini toplayarak
bunlarla bir gün bir kitap yayınlamayı düşündüğünü söyledi.....
Aynı zamanda bir fotoğraf sergisi açacak bu bir şölene dönüşecekti...
Adını bile düşünmüştü : " Memleketimden Erkek Manzaraları"
.....
İkisi de bu arkadaşlıktan çok hoşlanmıştı....
İkisi de ilk kez genç bedenlere duydukları tutkuyu
unutmuş ortak bir heyecanla yaptıkları sanattan bahsetmişlerdi.
Bir gün birlikte fotoğraf çekmek üzere anlaştılar...
.....


Birlikte çalışmayı düşündükleri zaman
Zafer daha önceden tanıdığı bir genci model olarak
evine davet etmişti.
Konuyu açtığında büyük bir hevesle Zafer'in teklifini hemen kabul eden genç.
Uzun boylu, narin yapılı beyaz tenli kumral kıvırcık saçlı biriydi.
Salonun değişik yerlerinde fotoğraf çekimi için minderler, büyük parlak kumaşlar,
tavuskuşu tüyleri , cam bilyeler, mumlar ve meyvalar yerleştirmişlerdi.
Fotoğraf çekimine başlamadan önce birbirlerini tanımak ve çekime ısınmak için mum ışığında bir şeyler içtiler...
Sonra modelden müzik eşliğinde dansetmesini istediler...
Yavaşça soyunarak danseden delikanlı gençliği ve bedeninin kıvraklığıyla onları hayran bırakırken ilk kez böyle bir ortamda Zafer'le Nejat birbirine yakınlaştı...öpüştüler...
Fotoğraf makinaları durmuyor... ardı ardına çekim yapıyorlardı.
Saatler süren bu baş döndüren çekim ve içkinin de yorgunluğuyla
Yerdeki minderlere serilip birbirlerine dokunmaya başladı iki sanatçı
ve genç modelleri...
.....
üçü de çırılçıplak kalmıştı sonunda..
sevişerek birbirine karıştı kokuları
tenlerindeki ıslaklık ve izler sabaha unutulmaz bir geceyi hatırlatacaktı
.....



Zafer yaşadıklarından zevk almamaya başlamıştı artık.
Tanıştığı her yeni insan aynıydı...
Seviştiği her beden birbirinin kopyası...

Nejat bütün bunların geçici olduğunu biliyordu
Birbirlerine yakınlaşmaları ortak çok yanları olduğu içindi...
Ama olsundu...
Büsbütün hayattan zevk almamak yerine en ufak anına kadar
budalaca da olsa zevkle yaşamayı kural edinmişti.
Tabii ki kalıcı dostluklar hayat denen o mücevherin paha biçilmez taşlarıydı ama
bazen küçük ucuz inci taneleri de güzelleştiriyordu yaşamı.
Taklit taşlar bazen gerçeklerinden daha güzel ışık veriyordu.

Bir gün bir diğerinden farksız bir süratle kötüye gidiyordu
İşlerin en yoğun olduğu yılsonu dönemi geride kalmıştı
Artan temposuyla bedeni uykuya direniyor
Zafer çareyi içkide buluyordu
Eski sevgililierinin telefonlarına cevap vermiyordu
Akşamları gidip oturduğu bara da gitmez olmuştu
Böyle yalnız ve yağmurlu bir akşamda sinemaya gitmek istedi....

İstiklal'de yürürken uzun zaman önce görmek isteyip
fırsat bulamadığı bir filmin afişini gördü bilet alıp içeri girdi...

Bekleme salonunun merdivenlerini inerken huzur buldu
Sinemelar çocukluğundan beri evden sıcak gelmişti hep
....
Sinema girişindeki kafeteryada oturup bir çay istedi....
sigarasını çayı beklemeden yakıp ortada dağınık duran günlük gazetelere göz attı.
Haberler can sıkıcıydı...savaş...yolsuzluk....şöhret budalalığı....küresel ısınma....
doğalgaz paniği...
nereye gidiyoruz? quo vadis...
gazeteyi katlayıp masaya bıraktı...
girişte biletini yıllardır kontrol eden aynı adamın ifadesiz yüzüne baktı...
hayat matine-suare olarak tekrar ediyordu...

hafif aydınlatılmış sinema salonuna girdi ...sinema boştu
yer göstericinin gösterdiği yere değil...her zamanki gibi önlerde bir sıraya oturdu
çok geçmeden salon karardı film başladı...


Tek başına koca salonda film izlerken çok da merak edilecek bir konusu olmadığını
oyuncuların ve yönetmenin heyecanlı arayışlarını
kamera hareketlerine dalmış giderken kendini bambaşka hayaller içinde buldu...

Zafer lise öğrencisiyken sinema ve tiyatro en çok kafa yorduğu uğraşıydı
Sİnemacılarla konuşur film aralarında gidip makina dairesinde en azından o havayı koklardı..
film setlerini ve filmcileri tanımak için bir kast ajansa yazılmış ve bir iki figürasyon oynamıştı
Bir keresinde özel bir tiyatronun eşeman aradığını okuyup görüşmeye gitmişti
Tiyatro sahibi tanınmış bir oyuncuydu...onunla konuşurken bile heyecandan nefesi
kesilmişti...önerilen iş tiyatronun temizliği , vestiyer ve büfede çalışmaktı.
Bunu hiç beklemiyordu...
Tiyatroyu gezdirmeyi önerdi oyuncu...sevinerek kabul etti ...
Fuayede konuşuyorlardı, akşamki oyuna daha çok vardı...henüz temizlikçiler bile
gelmemişti...salona girdiler...küçük duvar aplikleri yanıyordu sadece...
bomboş salonda usta bir tiyatrocuyla konuşarak sahneye doğru ilerlerken
kendini bambaşka biri olarak gördü...üç basamakla sahneye çıktılar....
sımsıkı kapalı kalın kırmızı kadife perdenin arasından dekorların durduğu sahneye girdiler
bir masa ve üstünde yapay lalelerle bir vazo, dört iskemle, duvarda kıtaplık, bir mutfak nişi,
iki ayrı yanda iki kapı,arkasında mavi lamba yanan bir pencere, yüksek bir sehğa üstünde
eski bir ışıklı radyo...
sahne dedikleri bu yerde yaşanıyordu demek bütün oyunlar...
tavandan sarkan kocaman lambalar vardı...
karanlık bir gecede üstüne düşen göktaşları gibiydiler...
etrafa bakarken birden başının döndüğünü hissetti....sendeledi...
tiyatronun sahibi hemen kolundan kavradı onu ve sıkıca tuttu...



Nefesleri biribirne değdiği anda artık bundan sonrası konuşulmadı....
Şaşkındı Zafer, karşısında bunca yıldır güçlü sesi ve fiziğiyle sevdiği oyuncu
teninde onun sıcaklığıyla ürperdi...
Dizlerinin bağını çözen o sahnenin kokusu oldu
gölgeli alkış seslerini duyar gibiydi Zafer
kalın perdenin ardında oturan belki binlerce gölge düşündü
ve kendini yere doğru usta oyuncunun kollarında bıraktı
elleri dudakları nefesleriyle ikisi de birbirini tanımanın yollarını biliyordu
sessizce üzerindeki giysilerden kurtuldu önce ikisi de
yarı karanlık sahnede üstlerinde parlayan spot ışığında tenleri lekesiz ve
renksiz mermer büstler gibiydi...kusursuzdu
koklamayı sevıyordu tıyatrocu sevişirken
kokusunu içine çekerek dokunuyordu dudaklarıyla delikanlıya
tıtreyerek kendınden gecmişti bırbırlerıne anlatacak
hıc bır saklı ve gızlılerı kalmadıgı anda...bir daha hiç görüşmediler
o kış öğleden sonrasında hayatında ilk kez sahne üstündeydi
ve son kez burada hayal edemeyeceği bir oyuncuyla sevişmişti....

ikisi de yüzü tavaa dönük yatmış birer sigara içmişlerdi orgazm sonrası
giyinip tekrar sahne arkasını gezmeye devam etmişlerdi...
kulis....oyuncuların odası...makyaj...kostüm odaları....idari işler....
hiç bir şey olmamış gibi oyuncu anlatımını sürdürüyordu...
Zafer soru bile soramıyordu...sonra vedalaştı...cıktı sokaga....
son görüşmesiydi oyuncuyla...
karşılaştılar bir kaç kez barda...sokakta...
kendini tanıtmadı ...o da tanımadı zaten

uzun süre etkisinde kalmıştı bu sevişmenin...
oyuncuyu her izlediğinde ...
seslendirme yaptığı her yerde yaşıyordu o sahneyi tekrar ve tutkuyla....
ilk ve son kez sahnede ona sahip olduğu o güzel dakikaları yaşayacaktı her seferinde.




Film bittiğinde salonda kendinden başka genç bir çiftin olduğunu farketti.
Anlaşılan kalabalıktan kaçıp sevişmek için burayı seçmişlerdi

Kız ışıklar yandığında üstünü giydi aceleyle...
delikanlının canı sıkılmıştı salonda yalnız olmadıklarnı görünce

"Herkes bir şeylerden kaçarak başka bir şeylere sığınıyor"
diye düşündü Zafer, sinemadan yine Cadde'nin kalabalığına karışırken
"Hiç kimseyle karşılaşmadan evime gidebilsem ne iyi olur..."

İnsanlar böyle durumlarda bilerek üstüne geliyordu sanki...
El kol ve yüz temasları sanki tesadüfen değil de onu üzmek korkutmak içindi...
Nefes alamıyordu...Beyoğlu boynuna dolanmış onu boğuyordu...
Tarlabaşı'na doğru hızla seyirtti...
ıslak arnavut kaldırımı bozuk yol üstündeki su dolu çukura girip ayaklarını ıslattı
aldırmadı ...ilk gördüğü boş taksiye attı kendini...

"şişli'ye gidelim lütfen"...derken kendi sesini duymadı bile
varolduğundan bile şüphe ettiği dönemler olur insanın
başkalarına bir şeyler söyler ama kendi sesini duyamaz
cevap veriliyorsa anlar kendi varlığını
aynaya bakar....gördüğü resmi tanıyamaz....
bazen de hiç resim görmez aynada...en kötüsü de budur....
insanlar ayna gibidir...yansıtır
bilmediği bir aynada yepyeni bir yönünü görür insan
ve bir kere gördü mü unutmaz.





Eve girdiğinde ...karanlıkla kucaklaştı....
ışıkları yakmadan sokaktan gelen gece  gölgeleriyle
kendine bir rakı koydu...pencerenin kenarındaki koltuğa oturup
bir de sigara yaktı....
Yalnızlığın en derin kuytusundaydı şimdi....
Birini sevmeyeli...birini yürekten istemeyeli ne çok zaman olmuş...
Şİmdi bir telefon çalsaydı...ya da kapı vurulsaydı...
kim gelse en çok sevinirdi?

[b]annesi...?[/b]
....yılların ötesinden çıkıp öylece hatırladığı gibi
ev haliyle çıkıp gelse...dolanıp dursa etrafta...elinde  sürekli bir şeylerle

[b]eski karısı...?[/b]
...sakin ve ilk günlerindeki gibi aşkla gelip karşısına otursa
bir kadeh rakı da onun elinde olsa....sigara içerek sohbet etseler

[b]bir delikanlı...?[/b]
taze teniyle ve kokusuyla odaya doluverse...kuytularındaki sıcaklığı yakalasa

bunları düşünürken  telefon ısrarla çaldı...kalkıp açtı...Ortağı Ali'ydi arayan:

[b]-Alo , Zafer abicim nerdesin allahaşkına?
-Evdeyim
-Şimdi evdesin...yahu bu akşam birlikte yemek yemiyecek miydik? Nerde kaldın?
-Tüh...aklıma sıcıyım...unutmusum iannır mısın?
-Ne cebin ne de ev telefonun ulaşılamıyordu...merak ettim...
-Yok bir şeyim ...yalnız kalmak istedim biraz...dolaştım...sinemaya gittim....
-İyi misin sen? Gelip alıyım mı?
-Yok sakın gelme...birazdan yatarım....yarın görüşürüz...
-Peki...ama bir şey olursa ara beni....
-Tamamdır, hoşca kal...
-Kendine iyi bak abi...iyi akşamlar[/b]



Karanlıkta yüzler,sesler ve isimler bir gelip bir gidiyordu...odası  kalabalıktı...içi boştu....
Yağmur hızını kesmeden yağıyordu...Kendinden tam geçiyorken kapı çalındı...
Bu saatte kim olacak ki...açtığında fotoğrafçı dostu Nejat kapıdaydı...
boynunda fotoğraf makinası, elinde bir şişe şarap vardı...

- Habersiz geldim biliyorum...şarap içer miyiz? Ama uygun değilsen giderim...
- İnan ki yalnızlığımla beraber iyi vakit geçiriyorduk...ama yabancısı değilsin...buyur...hoşgeldin
- Hoşbuldum...

En son birlikte fotoğraf çektiklerinde genç bir modelle sevişerek sabahlamışlardı.
Tekrar  dışarda bazı çekimler yapmışlardı ama evde hiç yalnız kalmamışlardı...
Zafer mutfağın ışığını açıp şarabı kadehlere doldururken Nejat ıslak montunu çıkarıp salona geçerken:

-Işıkları yakmadan mı oturuyordun ?
-Açıkçası  karanlıkta bir kadeh rakı içtim az önce...
-O zaman  bir mum yakarız keyfine bakarız...
-Sahi mi diyorsun...
-Tabi ya, dönülmez akşamın ufku gibi bir yerdeyiz öyle mi?
-Öyle valla...
-Geçen seferden sonra biraz çekindim sana gelirken....
-Neden?
-Yaşadıklarımız çok güzeldi...ama ben duygusal bir şeyler yaşamaktan korkuyorum
-Eğer kastettiğin şey cinsellikse...bunu herkesle yaşayabilirsin...
-Yok yalnız o değil...Senin yaşamın, fikirlerin, sıcaklığın beni etkiledi...
-İyi dersin ya, biz cinselliği de kapsayan bir  dostluk geliştirmişiz.
-Evet, ama duygusallık  boyutu beni düşündürüyor...
-Bak canım, duygusallık düşünerek olmaz, eğer düşündüğün bir şey varsa
o da mantıkla yaşıyorsun demektir..mantık dostluğun yoldaşıdır ama
dostluk duyguyla beslenir..

Bunu söyldikten sonra ayağa kalktı...Nejat'ın yüzünü elleriyle tutarak
dudaklarından öptü...

Kadeh kaldırdılar...karanlıkta çınladı....
-Dostluğa...
-Dostluğa...



Karanlıkta iki adam bütün geceyi konuşarak geçirdi...
Ne biten şarabın yerine başka bir şey içmek istediler
Ne sigara dumanıyla dolu odayı havalandırmak istediler
Neye başladılarsa öyle sürdü ...hayat gibi bitene kadar
gece bitene kadar hiç bir şeyi değiştirmediler...

....
Tan yeri ağarırken Nejat bir soru sordu

-Neden insanlar bu kadar maskeleriyle özdeşleşiyor,
ne zaman kaybediyoruz masumiyeti?
-Nerden çıktı şimdi bu karanlıkta bu soru?
-Karanlık dediğin maskeyle örtülendir...oysa şimdi çok berrak görebiliyorum
-Görmek bakmaktan ibarettir..görme komutunu beyin verir...biz karışamayız
-Beyin ne istiyorsa herşeyi öyle mi görüyoruz diyorsun?
-Öyle ya... her bakışımızda gördüğümüz farklı gelir sence...aklın bize oyunu bu...
-O zaman maskeleri de biz görmesek aslında yoklar onlar
-Aynen
-Kimse zorla güzel görünmek istemiyor, ya da akıllı , ya da dürüst....
aklımız gözümüze öyle görmemizi emrediyor...peki ama niye?


Zafer bu sorunun üstüne yerinden kalktı...boşalan şarap şişesini ağzına dikti
son bir yudum müthiş lezzetli geldi...Nejat'a dönerek fısıldar gibi cevapladı:

-Göz görmeyince gönül katlanırmış...derler....
gönül dediğn öyle bir orospudur ki
istemezse dünyanın hazinelerini döksen ayaklarının dibine eğilip almaz....
oysa bir güvercin gibi ürkek ve mantıksızdır aynı zamanda....
ihtiyacı olan gıdayı alabilmek için kör uçuşlar yapar...
en olmadık bir kırıntı için kendini kör kuyulara atar...
"gönül gözü" ....deriz ya...aslında kördür gönlün gözü...
aklın gözü birdir oysa...


Sabah ezanı okunuyordu...

-Ne zaman sabah ezanı duysam...hep artık gece bitti diye şükrederim...
"Artık yalnız değilim" diye ....herkes uyanmaya başlar

-Yalnızlık ömür boyu...ona çare yok...hep yanıldığımız da bu zaten...
Yalnızlığımızı kimle, neyle , nerde ve nasıl söndürüyorsak...onun sonsuzluğunu isteriz...
Oysa yok böyle şey...



Güneş sanki dün gökyüzünden boşalan o yağmurla alay eder gibi yükseliyordu



Bir bahar sabahıydı sanki...güneş perdeyi delerek odaya doluyordu
Zafer ve Nejat bütün bir gece konuşarak  gerçekliğin ağırlığından sıyrılmıstı.
artık ne mekan verdı ne zaman, sadece ıkısının çıplak tenlerinden oluşan bir kabuğa bürünmüş ruhları
sevişiyordu güneşin ışığı altında ...ne yaşadıkları, ne yaşlandıkları, ne aldanışları yoktu  artık
sanki yeni doğmuş ve ilk kez bir erkekle sevişiyor gibi acemi ve bir o kadar da heyecanlıydılar.
dudaklarından fısıltı halinde çıkan  sözler değil vefalı dosta bir şükran ifadesiydi.
birbirine saygılı iki usta oyuncunun satranç oynarken takındığı huzurlu  ifadeyle
tek tek dudakları, elleri, tenleri ve en kuytu yerleri zevk içinde gerildi , kasıldı
ve ikisi de boşalıp rahatlayana kadar uzun süre birbirlerinden kopmadan
seviştiler.
Yaşama karşı iki kişilik bir varlık oldular o sabah.
Bütün bir günü yatakta geçirdiler. Konuşarak , film izleyerek ...tekrar sevişerek
bütün bir ömür aradıkları güveni, sevgiyi  ve cinselliği yaşıyorlardı damla damla damıtarak.
Bir gün sonra yepyeni iki insan olacaklardı.
Belki de bu güneşli Pazar günü bir daha yaşanmayacaktı ama böyle bir yaşantıyı
hayatlarında bir kez bile olsa  yaşanmış olduğu için  mutluluk ve huzurla anacaklardı.
Tıpkı bir kolleksiyonun en gözde parçası gibi gururla taşıyacaklardı her anını.

bitti