yeni bir resme başlamak gibidir yeni birini tanımak
bunu isediğini bilmeden aslında bakarsın ki
çoktandır ihtiyacın olan yeni bir resme başlamaktır
tek tek renkleri sıkarsın tüpten paletine:
siyah, mor, kırmızı, yeşil, beyaz
keten tohumu yağı damlatarak ezersin tek tek temizlediğin malayla
önce siyaha boyarsın beyaz tuvalin yüzeyini usul usul
bir insanı tanımak için önce onun yüzündeki maskeyi silmek istersin
herkesin kendini görmek istediği gibi maskeler taktığını düşünürsün
ancak bu samimiyetsizliği aşmak için boyaları silmek sana düşer
sabırla ve özenle siyaha boyadığın tuvalin kurumasını beklerken
birikmiş bütün duygularını bir kanvasa yerleştirebilme kaygısına düşersin
yeni tanıdığın insanla daha önce yaşadığın her ilişkiden damıttığın
en güzel yanları yaşamayı ve yaşatmayı kurgularsın
merak ettiklerini sormak, seni merak etmesi için düzgün sözcükler seçmek
kendini bir seferede anlatmamak için frenlemek
eksik anlatıp yanlış yöne sürüklememek için düşünmek
bir insanı tanımak istemek için
onda buna değecek bir cevher bulmuş olmalısın. yoksa bütün bu gayretin amacı salt eğlenmek olamaz.
belki bir renk
belki bir ses
belki de bir şarkıdır o insana doğru yüzünü dönme sebebin
bir resme başlamak için de
bir duygu gerekir önce ifade etmek istediğin
belki bir anı
belki bir isyan
belki de hiç duymadığın
ama içinde hissettiğin bir melodi....
bir insanı
sevmek için onu tanımak gerekir
her yönüyle tanımadan birini sevmek en büyük yanılsamadır...
bir resim yapmak için önce dayanılmaz bir istek duyarsın hayalinde ufacık bir imge oluşur :
taş, su, böcek, güneş, insan
bir insanı tanımaya başladığında onun izin verdiği kadarını görebilirsin
zamanla kendi oluşturduğu kabuğun dışından
bir resime başlarken önce siyaha boyarsın zemini
sonra kurgularsın imgelemin ifade biçimini, sonra boya fırçanın kıllarına yapışır , çeker...fırçanın sapı parmaklarını yönlendirir, parmakların beynine komut verir:
her yönüyle tanımadan birini sevmek en büyük yanılsamadır...
bir resim yapmak için önce dayanılmaz bir istek duyarsın hayalinde ufacık bir imge oluşur :
taş, su, böcek, güneş, insan
bir insanı tanımaya başladığında onun izin verdiği kadarını görebilirsin
zamanla kendi oluşturduğu kabuğun dışından
bir resime başlarken önce siyaha boyarsın zemini
sonra kurgularsın imgelemin ifade biçimini, sonra boya fırçanın kıllarına yapışır , çeker...fırçanın sapı parmaklarını yönlendirir, parmakların beynine komut verir:
- -Boya!
"komutları hep beynimiz verir sanrısı" bizi çok rahatlatır
emir komuta zinciri belki de sadece ters yönde işlediğine inandığımız içindir bu...oysa gözler görmek ister, eller dounmak , dudaklar tatmak ister....bütün bu istekleri beyin sadece organize etmek zorundadır....
beyin aslında aptal bir makina mıdır?
belki duygularımızla boyadığımız tuvaller kadar güzel olmaz beynimizin komutlarıyla yaptığımız resimler...belki birini tanımak için mantığımızı değil de sezgilerimize güvenmektir hayattaki en büyük erdem.
istiridye kabuğu içindeki inci tanesine ulaşmak için kabuğu yumuşatabilecek kadar sabırlı ve özverili olmaktır bir insanı tanımak...
Uzun süre
kalmadılar sergide...
Birlikte çıkıp sahilde yürümeye karar verdiler...
Tek tük sokak lambalarının aydınlattığı rüzgarlı sonbahar gecesinde
yürürken sessizliği Cem bozdu :
Birlikte çıkıp sahilde yürümeye karar verdiler...
Tek tük sokak lambalarının aydınlattığı rüzgarlı sonbahar gecesinde
yürürken sessizliği Cem bozdu :
- - Ne tarz resimler yaparsınız?
- - Resim denmez pek....anı hapsetmeye çalışırım...fotoğrafın yapamadığını yapmak diyelim....
- Anı yakalamak ?...yaşamak yerine bir av gibi kovalamak...
- - Görme şansım olursa sevinirim...
- - Tabii ki...yakında ben de bir sergi açmayı düşünüyorum....
- belki açılışta sizin çalmanızı isterim....
- " Neden bu kadar yakın hissediyorum bu adama...konuşmayı da sevmiyor üstelik..."
- diye düşünüyordu Cem,
- " Daha önce beni tanıyor gibi...sormuyor....anlatmıyor..."
- - Pek konuşmuyorsunuz...sizi tanımak isterim...sorsam?
- - 46 yaşındayım....yalnız yaşıyorum...Marmara üniversitesinde deneysel sanat dersleri veriyorum...
Orhan
Gümüşsuyu'nda eski bir apartmanın en üst katında oturuyordu ...
karısını uçak kazasında kaybettiği günden beri eşyalara dokunmamıştı.
karısını uçak kazasında kaybettiği günden beri eşyalara dokunmamıştı.
İstanbul'da iki adam kıyıdaki gölgede yürüyordu...
- - Konservatuvarın son yılında değişim bursuyla Varşova'ya gittim...
- Chopin festivali vardır orda yazları...meydanda açık havada konserler verilir... Burs kazanıp konser piyanistliği master'i yaptım....
- Istanbul'a döndüğümde Cihangir'de bir ev tuttum...ders vererek ve konserlerde çalarak yaşıyorum.
- - İlginç....
Orhan bu kadar az konuşan biri değildi aslında..
yeni tanıştığı birine çok daha içten ve cesur davranırdı...
Kendi de şaşırıyordu Cem'e karşı neden bu denli tutuk olduğuna...
" Birinden vazgeçmeden öbürüne dokunamazsın....hayat altında ağ olmadan dansettiğin bir trapezdir"
Yeniköy sahilinde yürüdükleri o sonbahar gecesi
ikisi de yeni bir yaşama başladığını hissediyordu...
- - Şurada balık ve rakı yemeğe davet edebilir miyim sizi?
- dedi Cem.
- - Sevinirim....
Yaşarken hayatına birini daha katmak...kaçınılmazdır.
Rakı ve balıkla tanışmalarını kutladılar kıyıdaki balıkçıda...
Sevincini gizlemiyordu Cem :
- Sizinle bu masada oturmayı hayal bile edemezdim ama ilk gördüğümde yakın hissetmiştim kendime...
- Açılışta piyanonun başındaki genç sanatçıyla kadeh kaldırmak benim de aklımda yoktu....
Neydi
hayal...akılda olmak neydi?...
- En çok hangi müziği seversiniz?
- Hangi an kiminle birlikteysem o ortamın müziğini severim
....
" Açık sözlü olmak mı bu...yoksa kaçak dövüşmek mi?..."diye düşünüyordu Cem,
" Cevapları sorudan da zor okunmuyor...."
- Ben en çok kanun dinlemeyi severim ?
- Ama piyano çalıyorsun?
Boşalan kadehlerin yerini buzlu yeni kadehler almıştı..
- En çok hangi müziği seversiniz?
- Hangi an kiminle birlikteysem o ortamın müziğini severim
....
" Açık sözlü olmak mı bu...yoksa kaçak dövüşmek mi?..."diye düşünüyordu Cem,
" Cevapları sorudan da zor okunmuyor...."
- Ben en çok kanun dinlemeyi severim ?
- Ama piyano çalıyorsun?
Boşalan kadehlerin yerini buzlu yeni kadehler almıştı..
Müzik
insanları bağlar... uzaktakileri yakınlaştırır...
- - Konservatuvarda türk müziği enstrümanları da derslerimiz arasındaydı...
- kanun çalmayı öğrendim..piyano çocukluğumdan beri zaten vardı hayatımda..
- - Bana sorsan ben de kanunu tercih ederim...bir de ney...
- Orhan bunu söyledikten sonra kadehini kaldırdı:
- -Hadi müzik aşkına içelim...Bilirsin belki Tschaikovsky'nin hayatını anlatan bir film: Music Lovers ?
- - Bilirim...müzik aşıklarına içelim.... dedi Cem.
Gece yarısına
doğru lokantadan çıktıklarında yağmur başlamıştı...
Taksiye bindiklerinde Cem Orhan'ın elini tuttu...
Şaşkınlık ve içini saran sıcaklıkla elini tutan bu ince parmaklı zarif eli tutarak sıktı...Taksiciye kararlı bir sesle :
Taksiye bindiklerinde Cem Orhan'ın elini tuttu...
Şaşkınlık ve içini saran sıcaklıkla elini tutan bu ince parmaklı zarif eli tutarak sıktı...Taksiciye kararlı bir sesle :
- - Gümüşsuyu lütfen... sahilden gidelim.......dedi.
Gece yağmurlu , bereketli ve coşkuluydu...Konuşmadan yol boyu elleri birbirini tanıdı...
Hafta içi olduğu için yirmi dakikada Gümüşsuyu'na geldiler.Ana caddeye paralel bir sokakta eski yüksek binanın kapısında arabadan indiler. Camlı demirli kapıdan girdikleri holde çiçekler
ve duvar resimleri vardı. Mermer basamaklardan çıkıp asansöre bindiler..Aynalı, camlı demir bir kafeste en üst kata çıkarken konuşmadılar...Gözlerinde okumaya çalıştılar düşüncelerini.
Orhan anahtarla evin kapısını açıp misafirini önden buyur etti. İçeri girdiler. Işıkları yaktı. Koridorun ucundaki kapıyı geçip hafif bir ışık açtı.
- Salon bu tarafta...sen geç rahatına bak ben geliyorum....
Geniş salon cephesinde muhteşem bir boğaz manzarası vardı.
Modern dekorasyon kübik, sade ama pahalıydı. Siyah deri koltuklar, duvarda yağlıboya tablolar , el yazmaları ve yerde büyük bir türkmen kilimi odanın karakterini çiziyordu.
ve duvar resimleri vardı. Mermer basamaklardan çıkıp asansöre bindiler..Aynalı, camlı demir bir kafeste en üst kata çıkarken konuşmadılar...Gözlerinde okumaya çalıştılar düşüncelerini.
Orhan anahtarla evin kapısını açıp misafirini önden buyur etti. İçeri girdiler. Işıkları yaktı. Koridorun ucundaki kapıyı geçip hafif bir ışık açtı.
- Salon bu tarafta...sen geç rahatına bak ben geliyorum....
Geniş salon cephesinde muhteşem bir boğaz manzarası vardı.
Modern dekorasyon kübik, sade ama pahalıydı. Siyah deri koltuklar, duvarda yağlıboya tablolar , el yazmaları ve yerde büyük bir türkmen kilimi odanın karakterini çiziyordu.
Orhan geri
geldiğinde hemen şömineyi yaktı,
- - Üşüyor musun ?
- - Hayır ama ıslandık...
- - Şömine havası mı?
- - Ben şömine havamdayım...diyerek gülümsedi Cem'e bakarak...
- Ateş insanı yakar... sıcak insanı çözer...
- - Ne içersin? Ben votka limon içmek istiyorum...
- - Bana da ver o zaman....rakıdan sonra ne içilir bilmem...
İçki dolu bardaklarla koltukta Cem'in yanına oturan Orhan kadehini kaldırdı:
- - Hoşgeldin evime....
- - Hoş buldum...gerçekten güzel bir ev...
- bu manzarayı bırakıp sokağa çıkmak istemez insan...
- dedi Cem.
Orhan uzanıp öptü Cem'i ince dudaklarından.Bardakları orta masasına bırakıp birbirlerine sarıldılar...Bu ana kadar ilk defa birbirlerinin kokusunu duyuyorlardı.Işıkları tamamen kaptıp Orhan'ın yere attığı büyük şiltelere uzandılar.Şömine ışığında yavaşça soyunarak sevişmeye devam ettiler.
Sabahın ilk
ışıklarına kadar durmadı yağmur...hiç kimsenin
yağmurun bile böyle küçük elleri yoktu.
- - Yanımdasın ya devleştiren bu beni...
-
En ufak bir hiç sonucu ölebiliriz de aşkım ...
lütfen biraz daha rahat bırakalım hayatı kendi seyrine...
lütfen biraz daha rahat bırakalım hayatı kendi seyrine...
Bir gün
ilerde olacakları düşünerek kaygılanırken
bugün uzanıp sevdiğimizi öopemiyorsak doyasıya
geçmişte kalan eksik yaşantılarımız için
pişmanlık ne fayda eder....
bugün uzanıp sevdiğimizi öopemiyorsak doyasıya
geçmişte kalan eksik yaşantılarımız için
pişmanlık ne fayda eder....